Rahatın yerindeyken rahata ulaşamayacaksın beyaz yakalı

’11 tane danışanım var şu anda. Asıl hedefim kurumlara koçluk vermek olduğu için de şirket kurma çalışmalarına başladım….’

Rahat koltuklarda rahatsızca kıpırdanarak kahvemden bir yudum aldım. 

Geçtiğimiz yaz koçluk programına başladığımda, programdan çok etkilenip anlattığım arkadaşımı dinliyordum. Bir yaz akşamı yemek masasında bu hızlı hayatta otomatik pilotta gittiğimizi farketmeyen biz profesyonellere koçluğun nasıl iyi geldiğini, kendi açımızdan bakarsak da zamana mekana bağlı olmayan üstelik insanlara dokunan bir mesleğin güzelliğini konuşmuştuk. 

Aradan aylar geçmiş, o benden sonra programı bitirmiş ve benim heyecanıma o da kapılmıştı. Bir farkla, o aynı hızla devam ederek iyi bir ivme ve şimdiden bir reputasyon kazanmıştı, benimse (kurum içinde koçluk yaptığım kişiler dışında) şu anda 2 danışanım vardı. 

Kahvemden bir yudum daha aldım, şu an onu dinlemeyi bırakmıştım çünkü derin bir farkındalık sesini boğuyordu. 

Linkedin profilime bile yazmamıştım koç olduğumu. 

Bloğumun bir sürü okuyucusu varken bloğumda da bundan bahsetmemiştim. 

Koçluk sürecinden bir koç olarak aldığım tatmini kurum içindeki danışanlarım sayesinde karşılayabiliyordum. E hali hazırda severek çalıştığım bir işim de vardı. Yola çıktığımdaki hedefimi unutmuştum: Koçluğun şu anki işimden bağımsız bir şapkam olarak da gelişmesini istemiştim. Bunun için en azından ‘bilinir’ olmak gerekirken, ben buna bile çaba sarfetmemiştim.  

Arkadaşım dalıp gittiğimi farketti, düşüncelerimi paylaşınca dedi ki:

“E senin tabii bir işin var. Benimse bu yeni kariyer yolum. Başarmak zorundayım…

Bir konuda farkındalık artınca birden algıda seçicilikle beraber aynı konuda mesajlar yağar ya insana…

Bugün de ofise gelen bir arkadaşım yeni tanıştığı girişimci birkaç arkadaştan bahsederken, Batman filminden çok etkilendiği bir sahneyi anlattı. 

Bruce Wayne’i bir çukura atıyorlar. Sadece bir çocuğun bir zamanlar çıkmayı başardığı, başka kimselerin çıkamadığı bir çukura. Sürekli çıkmayı deniyor, ama son bir çıkıntıyı atlamayı beceremiyor ve düşüyor, belindeki ip çakılmasını engelliyor. En sonuda oradaki yaşlı adama gidip soruyor, neden beceremediğini. Yaşlı adam diyor ki:

“Belindeki ip yüzünden. Onun hayatını kurtaracağını bildiğin için. O olmasa, hayatın için zıplar ve çıkarsın…”

Yabancıların kullandığı güzel iki terim vardır: comfort zone / konfor alanı ve safe harbour of the known / bilinenin güvenli limanı. Oysa bütün büyük balıklar, gelişim fırsatları, yeni pozisyonlar, girişimcilik…. hepsi işte bu güvenli alanın dışındadır. 

O yüzden J.K. Rowling’in Harry Potter’ı yazması işsizlik maaşıyla geçinmeye çalışırkendir  belki de. 

Hayatınız bir şekilde bir düzende gidiyorken yeni fırsatlara koşmakta o fırsatlara muhtaç olduğunuz duruma göre çok tembel kalırsınız. 

Hele o düzen bir de belirli bir seviye ise, yani adını koyalım her ay düzenli ve fena olmayan bir maaş ise daha da tembel, hatta çekimser kalırsınız. Riske atacaklarınız fazlalaşır çünkü. 

Sadece yeni fırsatlara koşmakta değil, gözünüzün önünden geçen  fırsatları görmekte de…

Bu Pazar Hürriyet İK’da http://www.evebirilazim.com ‘un hikayesini okudunuz mu? Yurtdışında çalışan doktoralı bir bilim adamı, annesi rahatsızlandığında İstanbul’a dönmek zorunda kalıyor ve temizlikçi kadın bulmanın ne zor bir iş olduğunu farkediyor. Üstelik de ‘özelleştirilebilir’ bir servis değil. İş başa düştü diyor ve 3 hafta içinde siteyi kuruyor. 

Aranızda temizlikçi kadın bulmanın zor bir iş olduğunu daha önce farketmemiş olan var mı?

Peki bunu bir iş fırsatı olarak algılamış olan var mı?

O süper ötesi fikirler var ya, illa biryerlerden çalıntı veya süper zekalara birden ilham perileriyle ışınlanmış değil. Gözümüzün önünde duruyor ‘karşılanmayan ihtiyaçlar’ – ve pazarlamanın temel kuralı, siz ürün satmaz bir ihtiyaç karşılarsınız. Ama işte kendi konfor alanınızın körlüğünde, birşeyler sizi zorlamadan o karşılanmayan ihtiyaçları fırsat olarak algılamıyorsunuz. Sadece şikayet edilecek eksikler olarak görüyorsunuz. 

Aslında bu konfor alanı sadece çok farklı fırsatları yakalamakta zararlı değil, beklediğiniz fırsatları yakalamakta da size zarar verebilir. Örneğin, bir şirkette satışçı olarak çalışıyorsunuz, 1 sene sonra müdürlüğe terfi bekliyorsunuz, İngilizceniz yok, ve sadece sattığınız ürün ailesini tam olarak biliyorsunuz, piyasayı pek de takip etmiyorsunuz. Gezmek varken ne gerek, terfi de yolda zaten. 6 ay sonra şirket uluslararası bir şirket tarafından satın alınıyor, yeni şirketin kariyer haritalarında İngilizce bilmek önkoşul ve birleşmeden sonra iki kurumun da ürünlerini bilenlere tabii ki daha çok ihtiyaç var. Nooldu sizin çantada keklik terfi?

Neyse siz sakın bu yazının üzerine ipinizi kesmeyin 🙂 Ancak ipin sizi daha yükseklere tırmanmaktan alıkoyabileceğini farkederek de o ip olmasa ne karar alırdım diye kendinize sık sık sorun 🙂

Yorum bırakın